ISFAHAN'IN BAĞRINDAKİ GİZLİ HAZİNELER

  

“Ölenleriyle henüz doğmamış olanları arasında  bir köprü kuramayan milletlerin, yaşamaya hakları yoktur.”   


Nejat Muallimoğlu 

 

Isfahan Cuma Camii ile kapalı çarşının hemen karşısında büyükçe bir kavşak vardır.. İran’da bu tür kavşaklara “Çark-ı felek” diyorlar.. İşte o kavşaktan Veliyy-i asr caddesine doğru dönerseniz az ileride yolun sağ tarafında küçücük bir tabela görürsünüz.. “Kûçe-i Nizâmî” yazar üstünde.. Bu sokağa girerseniz yaklaşık 50 metre kadar ileride sağ köşede bir küçük mescidin karşısında harap, ahşap bir kapı çıkar karşınıza.. Üzerindeki tabelada sülüs hatla “Makbere-i Hâce Nizâmü’l-mülk” yazar.. Kilitli tabii..! 


Sultan Melikşah ve Nizamü'l-Mülk Kabristanı

Allah’tan, türbenin karşısındaki caminin görevlisi burasıyla da ilgileniyor.. Arayıp bulduk biz de.. Geldi, kapıyı açtı, çok eski, yıkıldı yıkılacak, kerpiç duvarların çevrelediği bir medresenin avlusuna girdik böylece.. Karşımızda üzeri yarı kubbeli bir mekana doğru heyecanla ilerliyoruz.. Ve işte aradıklarımız karşımızda.. Görevli tanıştırıyor bizi bu sarı mermer lahitlerle.. Büyük Selçuklu Hükümdarı Sultan Melikşah, hemen yanında eşi Terken Hatun, onun yanıbaşında Sultan Melikşah’ın küçük yaşta ölen oğlu şehzade Ahmed, sonra ortada Sultan Berkyaruk, Sultan Mahmud ve Selçukluların büyük veziri Nizâmü’l-mülk.. Bunların az ötesinde çok eski olmadığı anlaşılan bir misafir var.. Bu Selçuklu hanedanı arasında ne işi var, orası da meçhul.. Mavi çinilerle kaplanmış, yüksekçe bir mezar.. Baş tarafında çerçeveli bir fotoğrafı duruyor.. İran’ın son dönemlerde yetiştirdiği tanınmış din adamlarından, kim bilir belki de hatırı sayılır âlimlerinden biri olmalı.. Ortalık toz toprak, dilimiz tutuluyor, sözün bittiği yerdeyiz şimdi.. Deyim yerindeyse ortalık tam bir mezbelelik.. Yanlış bir yere mi geldik acaba? Ama hayır, işte o hazinenin ayak ucundayız, Isfahan’da.. Yoksa eski kitapların söyledikleri mi çıkıyor? Hani derlerdi ya eskiler, hazineler viranelerde olur, diye..  Öyleyse doğru yerdeyiz demektir..!

 

celâlü’d-devle ve’l-mille, sultânü’l-a’zam 

celâlü’d-din melikşah..

 

Melikşah, Alp-Er-Tunga neslinden olup dindar, 

âlimlere hürmet, zahidlere iyilik, 

fakirlere şefkat ve halka adâlet göstermek gibi dünyada

 kimsenin hâiz olmadığı yüksek vasıflara sahip bir cihan hâkimidir.”

 

Nizâmü’l-mülk

 

Sultan Melikşah’ın baş ucundayım.. Son derece mütevazı mermer kabrinde asırlık uykularında şimdi O.. İnsanlık, taht ve tac sahibi böyle bir yiğidi az tanıdı.. Anadolu fatihi, Sultanlar sultanı, aslanlar aslanı Sultan Alpaslan’ın oğluydu çünkü O.. Rüknü’l-islâm dediler O’na.. Mu’îzü’d-dünya ve’d-dîn dediler.. Kâsımü Emîrü’l-mü’minin unvanına lâyık gördüler.. Ve onu Ebu’l-feth diyerek onurlandırdılar.. Niye Ebu’l-feth? Yani “fetihlerin babası!”.. Öyleydi tabii.. Nitekim girdiği hiçbir savaşı kaybetmemişti O.. Tarih, onun gibi kaç hükümdar gördü ki..!



Saatli sol elimin üzerinde olduğu kabir, Sultan Melikşah’ın kabri; sağ elimin dokunduğu kabir, Melikşah’ın eşi Terken Hatun’a ait.. Dipteki küçük mezar, Melikşah’ın küçük yaşta ölen şehzadesi Ahmed’indir.. Mevlam kabirlerini nurlandırsın..

 

Herhalde Merv’de doğmuştu.. 6 Ağustos 1055 idi.. Babası Sultan Alpaslan’ın göz bebeğiydi.. Çok çok özel bir eğitimle yetiştirildiği belliydi.. Zira tarih kitapları onun daha dokuz yaşında iken Gürcistan üzerine yapılan sefere katıldığını yazıyorlar.. Çekirdekten asker..! Ama yanında kim var..!? Babası var ama en az babası kadar meşhur biri daha var.. Tarihte pek az sultana nasib olacak vezirlerden biri.. Nizâmü’l-mülk.. Adeta bu güngörmüş vezirin yanında sultanlık stajında.. Ne güzel mektep..! Şimdi manzarayı sanırım gözlerinizin önüne serebilmişimdir: Bir yanda Selçuklu hükümdarı babası Sultan Alpaslan, diğer tarafında Büyük Selçuklu Veziri Nizâmü’l-mülk.. Aralarında dokuz yaşında bir şehzade.. Ordunun önünde, savaşmak üzere Merv’den kalkıp Gürcistan üzerine yürüyorlar.. İşte onlar böyle yetiştiler, böyle devlet yönettiler demek ki.. Sadece savaş oyunları değildi tabii öğrendikleri.. Küçük yaşta çok iyi ata binmesini öğrenmişti.. Bu yüzden atalarının en önemli sporları arasında yer alan çevgân oyununu da çok çok iyi oynardı.. Ava çok meraklıydı..



Isfahan Nakş-ı Cihan Meydanı


Sultan Alpaslan O’nu Selçuklu tahtının kendisinden sonraki varisi olarak ilan ettiğinde o henüz 11 yaşında idi.. Anadolu’nun fethine henüz 5 yıl vardır.. Malazgirt’in kutlu kumandanı Alpaslan, kaftanını eline alır ve at üzerindeki Melikşah’ın önünde yürüyerek onun veliahdlığını cümle aleme duyurur.. Ülkenin her yerinde, geleceğin sultanı Melikşah adına hutbeler okutulur.. Abbasi Halifesi Kâim Biemrillah oturmaktadır o sıralarda Bağdat’taki hilafet sarayında.. Haberi alır almaz veziri ile en kıymetli hil’atları gönderip Melikşah’ı tebrik ve veliahdlığını tasdik eder.. Malazgirt Savaşı’ndan hemen önce, şehid olması ihtimaline karşı bir kez daha kendisinden sonra Melikşah’ın tahta geçmesini vasiyet edecektir Alpaslan.. Neden o denilebilir.. Tabii öncelikle çok iyi yetişmiştir ama daha önemlisi herhalde annesinin Karahanlı hanedanına mensup bir prenses olmasıdır.



Nakş-ı Cihan Meydanı 

Malazgirt Savaşı’ndan bir yıl sonrası.. Alpaslan, Melikşah ile birlikte çıktığı Mâveraünnehir seferinden yaralı dönmüştür.. Günlerinin sayılı olduğunu anlamıştır bu cihan sultanı.. Nizâmü’l-mülk başta olmak üzere bütün kumandanlarını toplar ve vasiyetlerini tekrarlayarak Hakk’a yürür.. Tarihler 24 Kasım 1072’yi gösterdiğinde Melikşah da sultanlık tâcını giyer.. Zordan da zor günlerin başlangıcıdır bu aslında.. Önce kutlu Merv şehrinde babacığını saklar.. Ardından Nişabur’a gelir ve halifeye bir elçi gönderip sultan olarak adına hutbe okunmasını ister.. İsteği kısa sürede gerçekleşecektir..



Çâr-bâg Medresesi - Isfahan


Dedim ya, Melikşah için artık zor günler başlamıştır.. Eh, nasıl olsa Selçuklu tahtına oturan 17 yaşında bir çocuk..! Bundan iyi fırsat mı olur ? Her yönden aç kurtlar gibi saldırırlar Selçuklu mülküne.. Gazneliler mi dersiniz, Karahanlılar mı? Hepsi.. Yetmez.. İçeride de saltanat yolu gözleyen iştahlı “amcalar” vardır.. Onlar da içeriden kazan kaldırırlar.. Önce Tirmiz ve Belh gider elden.. Allah’tan, yanında Nizâmü’l-mülk gibi güngörmüş bir siyaset bilgesi vardır..



Zâyenderûd Üzerinde Pol-i Hâcû- Isfahan

Kısa sürede amcalar da tasfiye edilir ve asayiş sağlanır ülkede.. Ancak kuzeyde, Maveraünnehir’de görülmesi gereken yarım kalmış bir hesap vardır.. Ve hepsi birer birer görülür bu hesapların.. Belh, Herat, Tirmiz derken Semerkand da alınır.. Dönüş, başkentliğinin son günlerini yaşayan Rey şehrine olur.. Ve kısa bir süre sonra Melikşah, Selçuklu ülkesinin başkentlik tacını Rey’den alıp nısf-ı cihan Isfahan’ın başına giydirir.. Ey Isfahan! Ey yaşlı güzel! Sana cihanda böyle bir tâcı giydiren hükümdarı şimdi sinende böyle mi saklarsın sen? Layık mıdır bu hâl o şanlı hükümdara, söyler misin? Vefa bu mudur?



Nakş-ı Cihan Meydanı - Isfahan


Yaşadıkça isyanlar isyanları, savaşlar savaşları kovalar.. Adaletli ve merhametli bir sultandır Melikşah.. Anlatırlar ki bir gün yaşlı bir adam, Selçuklu hükümdarı Melikşah’ın veziri Nizâmü’l-mülk’ün huzuruna çıkar ve der ki: “– Ben Rasülullah’ın elçisiyim. Melikşah’la görüşmek istiyorum. Ona bir mesaj ileteceğim.”  Bunun üzerine Nizamü’l-mülk de Melikşah’ın huzuruna çıkarak, ihtiyarın söylediklerini aktarır. Sultan da adamın huzura kabulünü ister. İçeri giren ihtiyar şöyle konuşur: “– Birkaç kızım var. Ancak fakir olduğumdan, evlilikleri için gereken çeyizi hazırlayamadım. Bu yüzden her gece Allah’a dua edip, bana kızlarımın çeyizlerini hazırlayacak imkanı ihsan etmesini diledim. 



Isfahan


Bir cuma gecesi, yine onlar için yardım dileyerek uyudum. Rüyamda Allah Rasulü’nü gördüm. Bana şöyle dedi: – Kızının çeyizini hazırlayabilmek için her gece Allahu Tealâ’ya yalvarıp yakaran sen misin? – Evet ya Rasulallah, dedim. Bana Sultan Melikşah’ın adını verdi ve dedi ki: – Ona git. Kızların için gerekli çeyizi satın alıvermesini Rasulullah’ın istediğini söyle! Ben de dedim ki: – Ey Allah’ın Rasulü! Bu haberin doğruluğu için benden bir işaret isterse ona ne diyeceğim? Peygamber (a.s.) şöyle buyurdu: – Ona işaret olarak, her gece yatmadan önce Mülk Sûresi’ni okuduğunu söyle…” Bunu dinleyen Melikşah, ihtiyara şu karşılığı verdi: “– Bu doğru bir işarettir. Bunu Allah’tan başkası bilmiyordu. Hocam bu şekilde tenbih etmişti, ben de hep böyle devam ettim.” Melikşah, bu fakirin kızlarının çeyizi için gerekli her şeyin sağlanması talimatını verdi. Ve bol hediyelerle adamı yolcu etti.



Si0sepol - Isfahan


Evet, Melikşah böyle bir Sultan’dı.. Ama gel gör ki, tarih nehri bir taşmasıyla iyileri de kötüleri de hep beraber götürmüştür o güne kadar.. Anlatmaya kalksak, bizi de yorar sizi de.. Akıllar durur, yürekler kanar.. Nice babalar ve oğullar, amcalar ve yeğenler, kardeşler ve amcazadeler, kocalar ve karılar, anneler ve çocuklar, hükümdarlar ve halklar en inanılmaz ihanetlerin, en şiddetli isyanların ve savaşların, gizli anlaşmaların, garip evliliklerin, entrikada anlaşıp uzlaşmaların, harem oyunlarının ortasında kala kalırlar.. Niceleri akşam tahtından indirilip sabah zindanlara tıkılır.. Sürgüne uğrarlar, gözleri oyulur, bir hançer darbesi ya da bir fiske zehirle terk-i dünya ederler.. Cinayet neredeyse ailenin temeli olup çıkar.. Sanki her akraba potansiyel bir katildir.. Tahtta değil, hayatta kalabilmenin tek yolu hile ve kuvvet ise eğer, yaşamak zor demektir.. Tekrar tekrar isyanlar, tekrar tekrar affetmeler, ölmeler, öldürmeler.. Tâc giyen sevinsin mi, yoksa nerede ve nasıl öleceğini mi düşünsün! Velhasıl zor iştir saltanat.. Zor iştir yaşamak..



Isfahan'ın Meşhur Minareleri

 

Rivayet ederler ki bu büyük sultan, ordusuyla Antakya yakınlarındaki Süveydiye’ye yani Akdeniz’e ulaştığında, ömrünce rüyasını gördüğü Akdeniz’i şöyle gururla temâşâ eder ve ardından da iki rekât şükür namazı kılar.. Devletinin sınırlarını babasının bıraktığı  yerden çok daha ilerilere götürme fırsatını kendine lûtfeden Rabbına hamdeder.. Atını Akdeniz’in köpüklü dalgaları üzerine sürüp kılıcını bu beyaz denizin mavi sularına çırpar.. Bu hadise, onun hayatının unutulmayacak sahnelerinden biri olmalıdır.. Hatta buradan ayrılırken aldığı bir avuç kumu, Merv’de yatan babası, büyük Selçuklu sultanı Alpaslan’ın kabrine götürüp üzerine serptiği, bunu yaparken de dudaklarından; “Ey babam, sana müjdeler olsun! Küçük yaşta bırakıp gittiğin oğlun, devletinin hudutlarını karaların nihayetine kadar götürdü.” sözlerinin gururla döküldüğünü söylerler..



Zenaatkârlar Şehri Isfahan


Ve derler ki; eğer Çağrı ve Tuğrul Beyler, Selçuklu tarihinin Fâtih’i iseler, Alpaslan Yavuz’u; Melikşah ise Kanuni’sidir.. Sultan Sancar da IV. Murad’ı.. Evet, şimdi şuracıkta elimin altında yatmakta olan Sultan Melikşah, yani Selçuklu’nun Kanuni’si, Türkiye devletinin kuruluş fermanını imzalayan hükümdardır aslında.. Biz pek bilmesek de bu böyledir..! Bunun içindir ki O, Türk tarihinde emsalsiz bir şeref taşır.. Zira Anadolu fatihi Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Melikşah’ın yeğenidir.. Hepsine rahmet olsun..



Nakş-ı Cihan Meydanı

1087 yılı, Isfahan ve Bağdat için ve tabii ki Sultan Melikşah için önemli bir yıldır.. Selçuklu Sultan’ı, çok sevdiği kızı Mah-Melek Hatun’u Abbasi Halifesi Muktedi Biemrillah’a vermiştir.. Bağdat’ta, cihanın o güne kadar tanık olmadığı bir düğün vardır.. Anlatılmaz, yaşanır derler ya işte öyle bir düğün..! Ve Melikşah bu vesileyle ilk kez Bağdat’tadır..



Isfahan Çarşılarından

Melikşah’ın seferler ve zaferlerle dolu ömründe onu fazlasıyla üzen ve sıkıntıya sokan ve hatta belki de genç sayılabilecek yaşta ölümüne sebep olan hadise, Alamut Kalesi’nde ortaya çıkan Hasan Sabbah belâsıdır.. Selçuklu coğrafyasına dehşet salan bu hükümdar mı, şeyh mi, eşkıyâ mı, ne olduğu meçhul zât Melikşah’ı çok uğraştırır.. Ve hatta Melikşah’ın ömrü onu ortadan kaldırmaya yetmez.. Önce kadim dostu, hayattaki en sadık yol arkadaşı, bilge vezir Nizâmü’l-mülk, birlikte Isfahan’dan Bağdat’a giderlerken yolda Hasan Sabbah’ın fedaileri tarafından öldürülür.. Melikşah yoluna devam ederek Bağdat’a ulaşır.. Niyeti, çocuk yaşta alıp Isfahan sarayına getirdiği ve özenle yetiştirdiği Mah-Melek’ten doğma torunu Ebu Fazl Cafer’i halifeye veliahd olarak kabul ettirmektir.. Böylece saltanattan sonra hilafet de Türklerin eline geçecektir.. Ama teklifi karşılık bulmaz.. Melikşah, bunun üzerine Halife’den Bağdat’ı terk etmesini ister..


Sanat Şehri Isfahan


Ve kendisine 10 günlük bir süre tanır.. Ne var ki süre bitmek üzere iken Melikşah yediği bir av etinden zehirlenerek 37 yaşında Bağdat’ta hayata veda eder.. Şairin dediğini haydi biz de Melikşah’a uyarlayalım ve diyelim ki; “Ecel Celâlîleri aldı Celâleddin Melikşâh’ı..”Yıl 1092..Ve Naaşı Isfahan’a getirilerek bir zamanlar, Hanefi ve Şafiiler için yaptırdığı medresenin avlusunda, işte şuracıktaki kabrine defnedilir.. Ve ilginçtir, Melikşah’ın ölümünden bir yıl sonra torunu Ebu Fazl Cafer de ölür.. O kadarla da kalmaz, Halife’den boşanıp Isfahan’a gelen Mah-Melek Hatun da 20 yaşında vefat eder.. 



Isfahan Çarşılarından


Sultan Melikşah’ın dört hanımı vardı.. Amca kızı Zübeyde Hatun, Sultan Berkyaruk’un annesi olup 1099 yılında Rey’de öldürülmüştür.. İkinci Hanımı meşhur Terken Hatun’dur.. Sultan Mahmud, Şehzade Davut, Şehzade Tuğrul ve Mah-Melek’in anneleri.. 1094 yılında, yani Melikşah’tan sadece iki yıl sonra Isfahan’da ölmüş ve o da işte hemen şuraya Melikşah’ın yanıbaşına defnedilmiştir.. Şimdi Isfahan’ın bu sessiz ve sakin köşesinde el ele vermiş uyuyorlar.. Sultan’ın üçüncü hanımı Seferiye Hatun’dur.. Sultan Muhammed Tapar, Sultan Sancar ve Emir Humar’ın anneleri.. O da 1121 yılında Merv’de ölmüş.. Melikşah’ın dördüncü hanımı Fülâne Hatun’dur.. 



Isfahan


Yaşadığı kısa ömründe büyük zaferler gördü Melikşah.. Taa Kaşgar’dan İstanbul’a, Aral Gölü ve Kafkasya’dan Yemen ve Aden’e kadar uzanan geniş bir coğrafyayı Türk vatanı haline getirdi.. Âdil bir hükümdardı.. Yüreğinde taşıdığı İslâm inancına öylesine büyük bir samimiyetle bağlıydı ki, bu güzel hayatın çevresinde efsaneler oluştu.. Anlatırlar ki kardeşi Sultan Tekiş, Horasan’da kendisine isyan ettiğinde kalkıp ordusuyla beraber üzerine yürüdü.. Meşhed’e geldiklerinde dua için veziri Nizâmü’l-mülk ile birlikte İmameynden İmam Ali er-Rıza’nın türbesine gitti.. Ziyaretini yaptıktan sonra vezirine “Nasıl dua ettin?” diye sorar.. Nizâmü’l-mülk de; “Allah’ın seni muzaffer kılması için dua ettim” diye cevap verir.. Sultan Melikşah da; “Ben de, Allah’ım, hangimiz Müslümanlar için hayırlı olacaksa onu muzaffer kıl” diye dua ettim, der..  İşte böyle.. Babası Sultan Alpaslan’a ne kadar da benziyor değil mi? Malazgirt Savaşı öncesinde ordusuna yaptığı o muhteşem konuşmayı hatırladım şimdi.. 



Kapalı Çarşı - Nakş-ı Cihan Meydanı


Hristiyanların bile onun yönetiminden memnun olduğu anlatılır.. Veziri Nizâmü’l-mülk’ün düzenlemeleriyle ülke sağlam bir idari yapıya kavuştu.. Yönetimi altındaki topraklarda yaşayan insanlar, tarihin hiçbir döneminde görülmeyen bilim, kültür ve sanat faaliyetlerine şahid oldular.. Başta Bağdat olmak üzere, Isfahan, Basra, Musul, Rey, Nişabur, Herat, Belh, Merv, Semerkand, Buhara bütün bu güzelliklerden nasibini alan şehirler oldular.. Birçoğu baştan aşağı medreseler ve kütüphanelerle birer ilim yuvası haline geldi.. Buralardan sayısız ilim adamı, sanatkâr, şair ve yazar yetişti.. İmam Cüveyni, İmam Kuşeyrî, İmam Gazali, Kaşgarlı Mahmud, Ömer Hayyam, Muızzî onun bereketli zamanlarına şahitlik eden isimler oldular.. 



Isfahan'dan Bir Minyatür


Sultan Melikşah’ın ilme ve âlimlere inanılmaz derecede saygısı vardı. Meselâ Melikşah ile İmamü’l-Haremeyn Cüveynî arasında geçtiği söylenen şöyle bir hadise nakleder kaynaklar.. Bir ramazan günüdür.. Melikşah, hilâlin görünmesi üzerine bayram gününü ilan eder. Fakat İmam Cüveynî, buna aykırı olarak, ertesi günün ramazan olduğuna dair bir fetva verir. Melikşah, otorite ve haşmetinin sözkonusu olduğu bu nazik mesele karşısında Cüveynî’yi nazik bir şekilde saraya davet eder. Büyük âlim; “Sultâna ait işlerde fermâna itaat bizim vazifemizdir. Fakat fetvâyı gerektiren meselelerde de Sultân’ın bize sorması lâzımdır” der. Melikşah, Cüveynî’nin bu cevabı üzerine onu haklı bularak onun fetvâsına uyar. Esasen böyle bir tavır tam da Sultân’a yakışan bir davranıştır.. O Melikşah’tır..



Çihl-Sütun Sarayı - Isfahan


Sultan bir Cuma namazında zâhidâne bir hayat yaşayan Ali bin Hasan el-Sandalî’yi görür ve O’nun kendisini ziyaret etmediğinden dolayı serzenişte bulunur. Sandalî de sebep olarak; “Sizin, padişahların en iyisi olmanız ve benim de âlimlerin en kötüsü olmamam içindir” der ve ilave eder: “Zira hükümdarların en iyisi âlimleri ziyaret eden ve âlimlerin en kötüsü de hükümdarların ziyaretine düşkün olandır.” Sözün bittiği yerde bulunduğunu anlar Melikşah.. 



Sultan Melikşah ve Terken Hatun'un Kabirleri - Isfahan


Şunu söylemek artık boynumuzun borcudur herhalde.. Evet, bütün Selçuklu hükümranlığı asırları boyunca ilim, edebiyat, kültür ve sanat eğer insanlık tarihinde ulaşılması güç bir medeniyet seviyesine yükselmişse, bunu Melikşah gibi erdemli   insanlara, kudretli sultanlara borçludur..

 

Rûhun şâd olsun hünkârım..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

OSMANLI'NIN ADRİYATİK'TEKİ SON KALESİ : İŞKODRA